halkalı escort bayanlar
Mehmet S. Nane
Köşe Yazarı
Mehmet S. Nane
 

Atilla Abime Son Mektup

Atilla Abiciğim… Bugün bize sonsuz vedada bulunmanızın ikinci haftası doldu. Size son bir mektup yazarak bu süre zarfında olan biteni anlatmak istedim. Ve birazcık da dertleşmek, içimi dökmek… * 22 Temmuz 2024… Benim için sonsuza kadar kötü bir tarih olarak kalacak. O meşum sabah gelen telefonla sizi hastanede ziyaret etmemizin üzerinden henüz 12 saat bile geçmeden aramızdan ayrıldığınızı öğrenmiştik. Pelin’le içimiz sızlamış, yüreklerimiz kanamıştı… Siz benden çok daha iyi bilirsiniz ki insanoğlu en büyük acılardan sonra bile kendisine teselli kaynakları yaratmakta mahirdir. Bu esasında insanî kodlarımızda mevcut olan bir özellik. Çünkü eğer ki insanoğlu zaman içinde tahammül ve sabır göstermek gibi bir özelliğe sahip olmasa ve kendini avutacak teselli noktaları bulamasaydı acılar karşısında çok daha savunmasız kalırdı. Unutmaksa elbette ki imkânsız… İşte benim de sizin kaybınızdan sonra dayandığım belki de yegâne tesellim; seyahatimi 3 gün erken sonlandırarak Türkiye’ye dönmem ve sizi son bir defa görebilmem oldu. Eğer ki seyahatimi planladığım gibi zamanında tamamlasam, ne sizi son bir defa daha görüp o güzelim elinizi öpebilecek ne de sizi uğurlarken yanınızda olabilecektim. Bunları yapabildiğim için talihime sonsuza kadar müteşekkir kalacağım… * Burada bir parantez açmalıyım: Sizinle son sohbetimizi yaptığımız 6 Temmuz’da, Pelin habersizce ikimizin fotoğraflarını çekmişti. 8 Temmuz günü seyahate çıkmadan evvel, bir yardımcıma bu fotoğrafları tabettirmesi için vermiştim. Dönüşümde masama oturduğumda bir sürpriz beni bekliyordu: Fotoğraflar hazır olarak karşımdaydı. Onları kendi ellerimle size getirmeyi planlamıştım. Bunu yapamayacak olmam içimi nasıl burktu, beni ne kadar üzdü tarif edebilmem mümkün değil… O iki fotoğrafımıza nasıl büyük bir sevgiyle, ne büyük bir hasretle baktığımı bilmem ki size nasıl anlatsam… Bırakınız dokunmayı; gözlerimle bile incitmekten çekinerek, o son fotoğraftaki sizi gözlerimle sevdim, güzel yüzünüzü itinayla okşadım Atilla Abi… Boğazıma oturan bir yumruyla… Uzun süre yutkunamadığım… * Atilla Abi… O son veda anlarında… Sizi hiç de hoşlanmadığınız aşırı sıcak ve nemli bir Temmuz günü toprak anaya teslim ettik… Sevgili oğlunuz, değerli kardeşim Mehmet sizi aziz Mersin toprağına kendi elleriyle emanet etti… O dehşetli sıcak ve rutubetli 22 Temmuz günü bizi asıl boğan hava değil, yokluğunuzdu… Yokluğunuzun yarattığı yoksunluk hissi… * Sizi sonsuzluğa uğurladıktan sonra yaylaya geldik. O gün Pelin de ben de bir şey yapamadık. Hatta konuşamadık… Sorsanız, sanırım ikimiz de o akşam ne yaptığımızı hatırlayamayız. Ertesi gün, 24 Temmuz sabahı, sevgili damadınız ve yakın dostunuz Yakup Ersoy’u aradım. Aramak zorundaydım… Sizinle yakınlığı olan biriyle konuşmak ihtiyacındaydım… Sizi konuşmak, sizden bahsetmek ihtiyacındaydım… Nasıl anlatmalı bilemiyorum ki… Yani sizin bir yakınınızla temas ederek, sizinle temas etme ihtiyacını gidermeye çalışmak gibi bir şey… * Yerine getirmem gereken bir görevim daha vardı. 80 küsur yıllık dostunuz, can yoldaşınız pek sevgili, pek kıymetli Prof. Dr. Uğur Ersoy Hocamı telefonla arayarak başsağlığı dilemek… Kaçamayacağım bir görevdi. Fakat… Yapamadım Atilla Abi… İki gündür kendimi çok zorlayarak iyi kötü idare etmiştim. Hocamın sesini duyar duymaz kendimi daha fazla tutamayacağımı, boşanıvereceğimi hissettim. Bu nedenle Uğur Hocamı aramaya, onun sesini duymaya, onunla konuşmaya cesaret edemedim… Kendime güvenemedim… Buna gücüm yetmezdi… Uğur Hocama kendisini aramaya cesaret edemediğimi de ilave ettiğim bir başsağlığı mesajı yolladım. Aziz hocamın beni anlayışla karşıladığına eminim… * Atilla Abi… Yurt dışında tedavi amacıyla bulunduğum, fiyaskoyla sonuçlanan ve pek güç şartlarda geçirdiğim 2 haftadan sonra, henüz kendime gelemeden sonsuz vedanızla sarsılmıştım. İtiraf etmeliyim ki kendimi toparlamam zor oldu. Kendi içime çekildim ve iki haftadır Fındıkpınarı’ndayım. Her kötü zamanımda yaptığım gibi bu defa da kitaplarıma kaçtım… Onlara sığındım… Fakat ne mümkün… Okurken bir de bakıyorum dalmışım, sayfalar akmış gitmiş. Halbuki farkına varıyorum ki kitabı okumamış, satırları anlamadan sadece gözlerimle takip etmişim. Haydi en baş dönüyorum. Bu durum kaç defa… Kaç onlarca defa tekrar etti inanın sayısını ben de şaşırdım. Bir de… Kendimi farkında olmaksızın derin derin iç çekerek ve gözlerim dolarak “Ah Atilla Abi ah” derken kaç defa yakaladım… Onu da bilemiyorum… * Atilla Abiciğim… İşte siz bende böyle izi olan… İz bırakan bir kişisiniz… * Atilla Abi… Geçtiğimiz perşembe günü Uğur Hocam Mihrican’a geldi. Cuma günü arayarak hem hoşgeldiniz dedim hem de kendisini ziyaret etmek istediğimi söyledim. Bugün için randevulaştık. Pelin de kızınız Füsun’la görüşmüş, zaten sevgili ailenizi de ziyaret etmek istiyorduk; bugün Mihrican’a geldik. Bizimkileri size bıraktım ve doğru dürüst oturmadan “Uğur Hocam beni bekliyor, ona gidiyorum” dedim. Damadınız ve hocamın yeğeni Yakup Ersoy da benimle geldi. Kendimi şartlamıştım: Sevgili hocamla karşılaştığımda metin davranacaktım. Onun karşısında duygu zaafı göstermeyi hocama karşı saygısızlık olarak görüyordum. Zor oldu ama başardım Atilla Abi… Sizinle hastanede son karşılaşmamı ve son vedamı anlatırken biraz zorlandım ama hemen toparladım. Koca 80 küsur yıllık sarsılmaz bir dostunu kaybeden Uğur Hocamın karşısında benim duygularımın ne hükmü olabilirdi ki… * Benim canım, güzel yürekli Uğur Hocam… Nasıl da metin ve vakarla karşıladı bizi… Hocamın sevgili oğlu değerli Ahmet Hocamın eliyle servis ettiği çayların eşliğinde öyle derin bir sohbete daldık ki… Bir de, Uğur Hocam kendi güzel elleriyle öyle muhteşem sable bisküvileri (kurabiyeleri) yapmış ki lezzeti konusunda ne desem az… Lezzetinden daha da önemlisi bu ikramı hazılamak hususunda göstermiş olduğu nezaket ve zarafet… (Canım Atilla Abiciğim, sizi tabii ki andık. Özellikle de fanatik taraftarı olduğunuz Beşiktaş’ınızın Galatasaray’a beş çekmesini keyifle konuştuk. Sizin gibi Beşiktaşlı olan Uğur Hocamın “Keşke Atilla bu maçı seyredebilseydi” sözleri ise belli etmedik ama hepimizin de yüreğini dağladı.) Atilla Abiciğim… Uğur Hocamın evinin bahçesinde her şey yerli yerindeydi; birbirimizi özlemiştik, sohbet harikaydı, çayın demi nefisti, kurabiye şahaneydi, Beşiktaş efsaneydi… Sadece… Siz eksiktiniz… * Sohbet devam ederken hep beraber Füsun ve Yakup Ersoy’un evine geldik. Orada da sizi anmaya devam ettik. Yokluğunuz tam da tahmin ettiğim gibi… Derin bir kılıç yarası… İyileştiği sanılsa da herkeste derin bir iz bırakacak. Bu yara, bu iz o kadar belli ki… Sizi anarken herkeste bir yandan özlemle dolu bir tebessüm, bir yandan boşanmaya direnen dolu, nemli gözler… * Atilla Abi… Damadınız ve yakın dostunuz Yakup Ersoy’la 24 Temmuz’da yaptığım ve başlarken aktardığım telefon konuşmasında, Yakup Abi sizinle ilgili anılarını yazacağından bahsetmişti. Derhal bu harika fikri tüm gücümle destekledim. Kendisine bunu yapmasının ne kadar önemli olduğu konusunda naçiz fikrimi söyledim. Ve mutlulukla gördüm ki değerli dostunuz Yakup Ersoy bu projeye başlamış. Bugünkü ziyaretimizde yapmış olduğu taslak çalışmayı ve aldığı notları gösterdi. Bazı açıklamalarda bulundu. Ne kadar mutlu oldum anlatamam. Bu çalışmanın hızla ilerleyip genişleyerek bir kitap hacmine ulaşacağına; sizi ve anınızı onurlandırmak üzere yayınlanacağına şimdiden eminim. Siz bunu hak ediyorsunuz Atilla Abi… * Canım, pek kıymetli, pek sevgili Atilla Abiciğim… İki hafta önce sizi Mersin’in ve toprak ananın sonsuz şefkatine emanet ettiğimizden bu yana içimde hep eksik bir veda hissi vardı. Bu son mektupla fiziki varlığınıza son vedamı yapıyorum… Fakat manevi dünyamda ve anılarımda size asla veda etmiyorum…. Edemem… Siz, ben var oldukça içimde bir güzellik olarak daima yaşayacaksınız… Mehmet S. Nane Fındıkpınarı, 4 Ağustos 2024
Ekleme Tarihi: 05 Ağustos 2024 - Pazartesi

Atilla Abime Son Mektup

Atilla Abiciğim…

Bugün bize sonsuz vedada bulunmanızın ikinci haftası doldu. Size son bir mektup yazarak bu süre zarfında olan biteni anlatmak istedim.
Ve birazcık da dertleşmek, içimi dökmek…

*

22 Temmuz 2024… Benim için sonsuza kadar kötü bir tarih olarak kalacak.
O meşum sabah gelen telefonla sizi hastanede ziyaret etmemizin üzerinden henüz 12 saat bile geçmeden aramızdan ayrıldığınızı öğrenmiştik.
Pelin’le içimiz sızlamış, yüreklerimiz kanamıştı…

Siz benden çok daha iyi bilirsiniz ki insanoğlu en büyük acılardan sonra bile kendisine teselli kaynakları yaratmakta mahirdir. Bu esasında insanî kodlarımızda mevcut olan bir özellik. Çünkü eğer ki insanoğlu zaman içinde tahammül ve sabır göstermek gibi bir özelliğe sahip olmasa ve kendini avutacak teselli noktaları bulamasaydı acılar karşısında çok daha savunmasız kalırdı.
Unutmaksa elbette ki imkânsız…

İşte benim de sizin kaybınızdan sonra dayandığım belki de yegâne tesellim; seyahatimi 3 gün erken sonlandırarak Türkiye’ye dönmem ve sizi son bir defa görebilmem oldu. Eğer ki seyahatimi planladığım gibi zamanında tamamlasam, ne sizi son bir defa daha görüp o güzelim elinizi öpebilecek ne de sizi uğurlarken yanınızda olabilecektim.
Bunları yapabildiğim için talihime sonsuza kadar müteşekkir kalacağım…

*

Burada bir parantez açmalıyım: Sizinle son sohbetimizi yaptığımız 6 Temmuz’da, Pelin habersizce ikimizin fotoğraflarını çekmişti. 8 Temmuz günü seyahate çıkmadan evvel, bir yardımcıma bu fotoğrafları tabettirmesi için vermiştim.
Dönüşümde masama oturduğumda bir sürpriz beni bekliyordu: Fotoğraflar hazır olarak karşımdaydı.
Onları kendi ellerimle size getirmeyi planlamıştım. Bunu yapamayacak olmam içimi nasıl burktu, beni ne kadar üzdü tarif edebilmem mümkün değil…

O iki fotoğrafımıza nasıl büyük bir sevgiyle, ne büyük bir hasretle baktığımı bilmem ki size nasıl anlatsam…
Bırakınız dokunmayı; gözlerimle bile incitmekten çekinerek, o son fotoğraftaki sizi gözlerimle sevdim, güzel yüzünüzü itinayla okşadım Atilla Abi…
Boğazıma oturan bir yumruyla…
Uzun süre yutkunamadığım…

*

Atilla Abi…
O son veda anlarında…
Sizi hiç de hoşlanmadığınız aşırı sıcak ve nemli bir Temmuz günü toprak anaya teslim ettik…
Sevgili oğlunuz, değerli kardeşim Mehmet sizi aziz Mersin toprağına kendi elleriyle emanet etti…
O dehşetli sıcak ve rutubetli 22 Temmuz günü bizi asıl boğan hava değil, yokluğunuzdu…
Yokluğunuzun yarattığı yoksunluk hissi…

*

Sizi sonsuzluğa uğurladıktan sonra yaylaya geldik. O gün Pelin de ben de bir şey yapamadık. Hatta konuşamadık…
Sorsanız, sanırım ikimiz de o akşam ne yaptığımızı hatırlayamayız.
Ertesi gün, 24 Temmuz sabahı, sevgili damadınız ve yakın dostunuz Yakup Ersoy’u aradım.
Aramak zorundaydım…
Sizinle yakınlığı olan biriyle konuşmak ihtiyacındaydım… Sizi konuşmak, sizden bahsetmek ihtiyacındaydım…
Nasıl anlatmalı bilemiyorum ki…
Yani sizin bir yakınınızla temas ederek, sizinle temas etme ihtiyacını gidermeye çalışmak gibi bir şey…

*

Yerine getirmem gereken bir görevim daha vardı. 80 küsur yıllık dostunuz, can yoldaşınız pek sevgili, pek kıymetli Prof. Dr. Uğur Ersoy Hocamı telefonla arayarak başsağlığı dilemek…
Kaçamayacağım bir görevdi.
Fakat…
Yapamadım Atilla Abi…
İki gündür kendimi çok zorlayarak iyi kötü idare etmiştim. Hocamın sesini duyar duymaz kendimi daha fazla tutamayacağımı, boşanıvereceğimi hissettim.
Bu nedenle Uğur Hocamı aramaya, onun sesini duymaya, onunla konuşmaya cesaret edemedim…
Kendime güvenemedim…
Buna gücüm yetmezdi…
Uğur Hocama kendisini aramaya cesaret edemediğimi de ilave ettiğim bir başsağlığı mesajı yolladım.
Aziz hocamın beni anlayışla karşıladığına eminim…

*

Atilla Abi…
Yurt dışında tedavi amacıyla bulunduğum, fiyaskoyla sonuçlanan ve pek güç şartlarda geçirdiğim 2 haftadan sonra, henüz kendime gelemeden sonsuz vedanızla sarsılmıştım.
İtiraf etmeliyim ki kendimi toparlamam zor oldu.
Kendi içime çekildim ve iki haftadır Fındıkpınarı’ndayım. Her kötü zamanımda yaptığım gibi bu defa da kitaplarıma kaçtım… Onlara sığındım…
Fakat ne mümkün…
Okurken bir de bakıyorum dalmışım, sayfalar akmış gitmiş. Halbuki farkına varıyorum ki kitabı okumamış, satırları anlamadan sadece gözlerimle takip etmişim.
Haydi en baş dönüyorum.
Bu durum kaç defa… Kaç onlarca defa tekrar etti inanın sayısını ben de şaşırdım.

Bir de…
Kendimi farkında olmaksızın derin derin iç çekerek ve gözlerim dolarak “Ah Atilla Abi ah” derken kaç defa yakaladım… Onu da bilemiyorum…

*

Atilla Abiciğim…
İşte siz bende böyle izi olan… İz bırakan bir kişisiniz…

*

Atilla Abi…
Geçtiğimiz perşembe günü Uğur Hocam Mihrican’a geldi. Cuma günü arayarak hem hoşgeldiniz dedim hem de kendisini ziyaret etmek istediğimi söyledim. Bugün için randevulaştık.
Pelin de kızınız Füsun’la görüşmüş, zaten sevgili ailenizi de ziyaret etmek istiyorduk; bugün Mihrican’a geldik.
Bizimkileri size bıraktım ve doğru dürüst oturmadan “Uğur Hocam beni bekliyor, ona gidiyorum” dedim. Damadınız ve hocamın yeğeni Yakup Ersoy da benimle geldi. Kendimi şartlamıştım: Sevgili hocamla karşılaştığımda metin davranacaktım. Onun karşısında duygu zaafı göstermeyi hocama karşı saygısızlık olarak görüyordum.
Zor oldu ama başardım Atilla Abi…
Sizinle hastanede son karşılaşmamı ve son vedamı anlatırken biraz zorlandım ama hemen toparladım.
Koca 80 küsur yıllık sarsılmaz bir dostunu kaybeden Uğur Hocamın karşısında benim duygularımın ne hükmü olabilirdi ki…

*

Benim canım, güzel yürekli Uğur Hocam…
Nasıl da metin ve vakarla karşıladı bizi…
Hocamın sevgili oğlu değerli Ahmet Hocamın eliyle servis ettiği çayların eşliğinde öyle derin bir sohbete daldık ki…
Bir de, Uğur Hocam kendi güzel elleriyle öyle muhteşem sable bisküvileri (kurabiyeleri) yapmış ki lezzeti konusunda ne desem az… Lezzetinden daha da önemlisi bu ikramı hazılamak hususunda göstermiş olduğu nezaket ve zarafet…
(Canım Atilla Abiciğim, sizi tabii ki andık. Özellikle de fanatik taraftarı olduğunuz Beşiktaş’ınızın Galatasaray’a beş çekmesini keyifle konuştuk. Sizin gibi Beşiktaşlı olan Uğur Hocamın “Keşke Atilla bu maçı seyredebilseydi” sözleri ise belli etmedik ama hepimizin de yüreğini dağladı.)

Atilla Abiciğim…
Uğur Hocamın evinin bahçesinde her şey yerli yerindeydi; birbirimizi özlemiştik, sohbet harikaydı, çayın demi nefisti, kurabiye şahaneydi, Beşiktaş efsaneydi…
Sadece…
Siz eksiktiniz…

*

Sohbet devam ederken hep beraber Füsun ve Yakup Ersoy’un evine geldik. Orada da sizi anmaya devam ettik.
Yokluğunuz tam da tahmin ettiğim gibi… Derin bir kılıç yarası… İyileştiği sanılsa da herkeste derin bir iz bırakacak.
Bu yara, bu iz o kadar belli ki…
Sizi anarken herkeste bir yandan özlemle dolu bir tebessüm, bir yandan boşanmaya direnen dolu, nemli gözler…

*

Atilla Abi…
Damadınız ve yakın dostunuz Yakup Ersoy’la 24 Temmuz’da yaptığım ve başlarken aktardığım telefon konuşmasında, Yakup Abi sizinle ilgili anılarını yazacağından bahsetmişti.
Derhal bu harika fikri tüm gücümle destekledim. Kendisine bunu yapmasının ne kadar önemli olduğu konusunda naçiz fikrimi söyledim.
Ve mutlulukla gördüm ki değerli dostunuz Yakup Ersoy bu projeye başlamış. Bugünkü ziyaretimizde yapmış olduğu taslak çalışmayı ve aldığı notları gösterdi. Bazı açıklamalarda bulundu. Ne kadar mutlu oldum anlatamam.
Bu çalışmanın hızla ilerleyip genişleyerek bir kitap hacmine ulaşacağına; sizi ve anınızı onurlandırmak üzere yayınlanacağına şimdiden eminim.
Siz bunu hak ediyorsunuz Atilla Abi…

*

Canım, pek kıymetli, pek sevgili Atilla Abiciğim…
İki hafta önce sizi Mersin’in ve toprak ananın sonsuz şefkatine emanet ettiğimizden bu yana içimde hep eksik bir veda hissi vardı.
Bu son mektupla fiziki varlığınıza son vedamı yapıyorum…
Fakat manevi dünyamda ve anılarımda size asla veda etmiyorum…. Edemem…
Siz, ben var oldukça içimde bir güzellik olarak daima yaşayacaksınız…


Mehmet S. Nane
Fındıkpınarı, 4 Ağustos 2024

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.