"Tarih, kazananlar tarafından yazılır"
Tarih konusu da diğer birçok konu gibi sıkıntılı bir alandır. Zira tarih, yazanın kimliğiyle şekillenir. Bırakın tarihî, günümüze şöyle bir baktığımızda insanlar arasında fikir birliği yoktur. Bir olay, çeşitli biçimlerde yorumlanır. Herkes kendi penceresinden bakar.
Günümüzde böyleyse yakın tarihi ve de daha gerisini nasıl anlamlandırmak gerekir? Objektif bir tarih anlayışı var mıdır? 'Tarih tekerrürden ibarettir' denir çoğu zaman oysa ' tarih tekerrürden değil, benzer hatalardan oluşur' diyen görüşte çok makbuldür benim için.
Bir de tabii tarihle yüzleşme konusu var. Tarihle yüzleş! Sonra? Sonrası çoğu zaman tazminat ödemeye, toprak kaybına kadar gider..Polonya bu günlerde Almanya'dan 2 trilyon dolarlık savaş tazminatı istiyor. Alabilir mi? Hiç sanmam. Benzer talepler sözde Ermeni katliamı için Türkiye'den de bekleniyor. Zaten elini bir versen, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Elimdeki tuğla kitap tam 990 sayfa. İngiliz yazar Tony Judt''a ait. Adı 'Savaş Sonrası' 1945 sonrası Avrupa tarihi geniş biçimde ele alınmış. 2006 yapı kredi yayınları basımı. Kitap daha çok tarihle ilgili kesimler için bir kaynak niteliğinde.
Yabancı kaynaklı herhangi bir eserde, ister istemez kendi ülkemizden tarihimizden, kültürümüzden, ne var ne yok diye bakarım öncelikle. Bu kitapta da alışıldığı gibi öyle yaptım. İnanın ülkemizle ilgili pek bir şey göremedim.
'Dünya tarihi Türkler olmadan yazılamaz' tezi bence de doğrudur. Fakat bunu cumhuriyet dönemi için söylemek pek güçtür. Sanki 1923'ten sonra Avrupa ve dünya tarihinde pek görünmemişiz. 2. dünya savaşına katılmamak burada elbette büyük etken.
Modern Türkiye Cumhuriyeti sınırları itibarıyla Avrupa kıtasında sayılmaz çoğu Avrupalı için ki Tony Judt da bunun böyle olduğunu savunuyor. Ona göre Avrupa, Rusya ve Türkiye dışarıda bırakıldığında hepi topu 5.5 milyon km2 oluşan bir kara parçasıdır.
990 sayfalık kitapta ülkemize ayrılan sadece 10 sayfadır. 1945 sonrası Avrupa tarihinde Türkiye'ye sadece 'Avrupalı olmayı kendine kararlıkla iş edinen ülke' sıfatıyla yer verilmiş. AB'ye kararlıkla girmeye çalışan ülke gözüyle bakılmış ki bu, kitabın yazıldığı 2004 yılına değin büyük ölçüde geçerliydi.
Kitap soğuk savaş dönemi Avrupa'sını anlatıyor. O dönemde Türkiye, Batı müttefiki edilgen bir ülkeydi sadece. Israrla batılı olmaya çalışıyor, kendini batılı gibi göstermek istiyordu. Bu sebepten NATO'ya girmeye can atıyordu.
NATO bir askeri örgüt. Orada cengaver Türk'e ihtiyaç var. Fakat sıra ekonomik birliğe girmeye (AB) gelince işlerin rengi değişti. Ancak günümüz itibariyle bakınca AB'ye girmeye ihtiyaçta kalmadı zaten.
Cumhuriyet tarihi döneminde Avrupa ve dünya tarihinde pek varlık gösteremedik. Cumhuriyet tarihi boyunca Hatay'ın ana vatana katılması, 2. dünya savaşının dışında kalmak, Kore savaşına dahil olmak, NATO üyeliği ve Kıbrıs barış harekatı dünya tarihine etki eden en önemli tarihî anlardır.
21.yy ise Türkler için yeniden dünya sahnesine çıkış yüzyılıdır. Türk devlet aklı boşuna bu yüzyıla 'Türkiye Yüzyılı' demiyor. Türk Devletleri Teşkilatı ile ve İslam coğrafyasında önder ülke konumuyla, inanıyor ve biliyorum ki 20. yy'daki ataleti üzerimizden atacağız.