"Şüphe, aklın yarısıdır"
Avrupa Birliğinin şu anki durumunu bundan on yıl önce tahmin etseydiniz yoğun tepkiyle karşılaşırdınız. Muhtemelen kimseyi inandıramazdınız. Avrupa Birliğinin kaderini iki büyük ülke elinde tutar. Coğrafik olarakta bu iki süper gücün -ABD /Rusya- ortasında yer alan AB, kuruluşu da şimdiki dağılma sinyalleri veren hali de bu iki devletin ilişkileriyle orantılıdır.
İkinci dünya savaşı ertesinde yeniden bir dünya savaşını geçit vermemek ve ulus devletlerin aşırıya kaçan uygulamalarını önlemek adına birçok uluslar üstü kurumlar oluşturuldu. Birleşmiş Milletler, NATO, AB gibi... AB aynı zamanda Fransa- Almanya çekişmesini bitirmeye de yarayacaktı.
İkincisi dünya savaşı ertesinde yenik Almanya ve Avrupa, ABD ve Sovyetler Birliği arasında bölüşüldü. Batı, ABD güdümünde ve ABD yardımıyla süratle ayağa kalktı. Ekonomik mucizeler gerçekleşti. Doğu kısmı ise Varşova Paktı içerisinde 'sosyalist ekonomi' sistemiyle ancak kendi kendine yeter durumdaydı.
AB ilk olarak 1951 yılında Kömür ve Çelik Birliği olarak kuruldu. Bünyesinde sadece 6 Batı Avrupa ülkesi vardı (B.Almanya Fransa İtalya Hollanda Belçika Lüksemburg) Birlik, 1957 yılında AET Avrupa Ekonomik Topluluğu adını aldı. 1965 yılında AT Avrupa Topluluğu'na dönüştü. 1973 yılında İngiltere Danimarka ve İrlanda ile 9 üyeye ulaştı.
Bu dönemde zengin ve güçlü idi. Birbirlerini zengin fonlar ile her açıdan destekleyerek ilerliyordu. Birlik, 1980'lerde Yunanistan Portekiz ve İspanya'yı bünyesine kattı. Nispeten fakir güney Avrupa ülkeleri AB fonlarından büyük destekler aldı ve hızla kalkındılar. 1992'de Avrupa Birliği adını aldı. 1995'de üye sayısı 15'e çıktı. Sovyet Bloku'nun dağılmasıyla, Doğu Avrupa ülkelerini de içine katarak 2013'e değin 28 ülkeye ulaştı.
AB büyüdükçe hantallaştı fonları destekleri azaldı. Karar alma mekanizması yavaşladı etkisizleşti. AB güvenliğini NATO'ya, ucuz enerji tedarikini de Rusya'ya vererek bundan çok yararlar elde etti. AB ilk ciddi yenilgisini 2020 yılında İngiltere'nin Birliği terketmesiyle aldı.
Günümüzde 27 üye ülke ve 9 aday ülke ile yoluna devam ediyor fakat zorlu günler geçiriyor.
Türkiye 1987 yılında tam üyelik başvurusu yaptı. İlişkileri 1963 Ankara antlaşmasıyla güçlü biçimde sürmektedir. Ancak bir türlü tam üyelik gerçekleşmemiştir. 1995 yılında gümrük birliği antlaşması yapılmıştır. İlişkiler siyasi nedenlerle hep inişli çıkışlı sürmektedir.
Eğer Türkiye'de 80li yıllarda tam üye yapılsa idi, AB'nin refahından yararlanırdı. AB Ukrayna savaşıyla beraber önce duraksama dönemine, şimdilerde de gerileme dönemine girmiştir. Rusya'dan ucuz enerji tedariki ve ticari ilişkileri bitmiştir. Bu AB ekonomisini sarsmıştır. Ayrıca yoğun göçmen akını ve Ukrayna'nın savunma harcamaları da AB'ye yükler getirmiştir.
AB Türkiye'nin en büyük ticari partneridir. Turizmde ilk sıradadır. İhracatın nerdeyse yarısı AB bölgesine yapılır. Yoğun sosyal ve kültürel ilişkiler vardır. Ne Türkiye AB'yi ne de AB Türkiye'yi yok sayabilir.
AB en son darbeyi Trump'ın gelişiyle aldı. ABD Avrupa'nın savunmasını artık üstlenmek istemiyor. NATO'nun geleceği tehlikede. Ayrıca ABD, Avrupa'ya yüksek gümrük vergileri de koydu. AB bu haliyle hızla silahlanmak, ekonomisini diri tutmak, kontrolsüz göçmen akışını durdurmak zorundadır.
Güvenlik zaafiyeti oluşmaması için güçlü ordu ve savunma sanayi sahibi Türkiye'ye ihtiyaç duymaktadır. Ancak Türkiye'nin AB'ye eskisi kadar ihtiyacı yoktur. 'Ver orduyu al tam üyeliği' formülü Türkiye için fırsatlar ve riskler içerir. Bu durumda Türkiye, Rusya ile daha çok karşı karşıya kalabilir. Diğer taraftan ticari nüfuzu artar. Ekonomisi fayda görür. Serbest dolaşımı aldığında, Euro bölgesine girdiğinde ise bambaşka imkanlara kavuşur.