halkalı escort bayanlar
Baha Sadık Akıner
Köşe Yazarı
Baha Sadık Akıner
 

Yazmazsam deli olacaktım...

"Bekleyen Adamın Üç Hali" adlı öyküsünde şöyle yazar Sait Faik: "Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Onu beklemek, bilhassa güzel... Duyduklarımı söyleyebildikten sonra bu saatin ne ehemmiyeti olurdu? İyi ifade-i bir hesap kitap vardır. Belki bu saat geçtikten sonra, neden sonra bu, onu bir pencere kenarında, sokaktan geçenlerden bazısını ona benzeterek geçirdiğim saati tahlil edebileceğim. Hiçbir zaman tahlil edemeyeceğimi bilirsin ya, numaracı! Bunlara ancak “keder” diyebilirsin... Olmayacak bir şey olsa ve birden aralığın başında hakikat oluverse, duyacağımı “sevinç” diye adlandıracağım... Keder ve sevinç; ah kelimeler! Ne müthiş şeysiniz, ne müthiş! Şu anda her kelimenin manasının o basit gerisinde neler saklı olduğunu anlıyorum. İnsanoğluna her kelime nelere mâl olmamış… Şimdi anlıyorum. Belki bu kadar kuvvetli ilk defa seviyorum. Bütün kusurlarım -çoğunu meziyet sanırdım- birer birer keder ve sevinç misali ayan oluyorlar... Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir bankasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakârlıklar yaratabilirdim... Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim. Bir benden başkasını özler, kokusunu duyar, düşünür üzülürmüşüm... Balzac’ın hakkı yok: O diyor ki, “Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir.” Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuurüstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum... Zaman geçiyor. Bir cigara daha yakıyorum. Caddenin bir karış yerinden köpekIi bir genç kız; siyahlar giyinmiş, sapı gümüş bastonlu bir Hıristiyan kadını geçti. “Mobilya Yapımevi”nin gürbüz çırağı gülüyor. Manavın önünde bir asker, üzüm alıyor. Bir araba geçti. Bir adam elinde bir şeyler götürüyor. Ana caddeye bir tramvay geliyor: Acaba aşağıdan mı? Şimdi yan sokağa insanlar çıkacak. Ya aralarındaysa, ben ne yaparım? Geçen hafta böyle olmamıştı. “Son defa geleceğim” demiş ve hakikaten gelmişti. Ne olmuştu? Yarım saat karşı karşıya oturmuştuk. Ne kadar heyecansız, soğuk ve sakın gibiydim. O benden daha nazik, daha heyecanlı, daha bir tuhaftı. “Bir daha gelmeyeceğim” dedi. Ama dün tekrar ısrar ettim. “Peki yarın gelirim, bekle!” dedi. Gelmeyeceğini pek iyi biliyorum. Fakat o gelecek diye beklemek… Yahut yalnızca beklemek… Dilerim Allah'tan: Onu da benim gibi belalara müptela kılsın! Bir insanı özlesin! İşini gücünü, havayı suyu, yemeği bir tarafa bıraksın! Böyle bir pencere önünde beklesin!.. Saçım, tek tük sakalım ağardı. Fakat her zaman böyle pencere önlerinde bir hayal bekledim. Ne kadar fazla hakikat oldularsa şimdi bütün hepsi o nispette hayâldir... “Mobilya Yapımevi”nin çırağı, elinde bir küçük şişe ile şimdi dükkâna girdi. Manavın önünde lacivert elbiseli biri, kavunları yokluyor. Küçük mektepli kızlar geçiyor... Bu dekor; dakikadan dakikaya, saatten saate, hatta bomboş olduğu zaman bile aynı olmadan değişecek. Ben bu değişen manzarayı seyrederek seni akşamlara kadar bekleyeceğim. Akşamüstü içki içmeye gideceğim. Sonra seni yine bulacağım. Bu akşam, niyetim, sana yalnız uzaktan bakmak. Önünden bir selam verip geçmek. Yanıma gelmeyeceğine eminim, olsun. Seni gören bir yerde oturup vapur iskeleye yanaşıncaya kadar seni gözleyeceğim. Beni görürsen kızacaksın. Lafını şaşıracaksın. Belki de yer değiştireceksin. Görmezsen, uzun zaman seni seyretmek fırsatını bulacağım... Manav, hani o perde sopası içlerinden çıkan zemberekli şeye üç kavun bağladı. Kavunlar zıp zıp sıçrıyorlar..." ***** Gün, Sait Faik dostlar... 11 Mayıs 1954’te, henüz 47 yaşında, çok sevdiği İstanbul’da bir usta öykücü ayrıldı ya aramızdan… Hani şu edebiyatın heves ve arzudan çok bir iç ihtilâlin fışkırması olduğunu unutmadan yaşayan; Öykülerinde her türlü hesaptan uzak, sadece insan olmanın tasasını ve sevincini işleyen, kelimeleri hayata, hayatını kelimelere dönüştüren; Başkalarını değil, hep kalbini dinleyen, insanları ön yargılarla değil yüreğiyle gören, nevi şahsına münhasır bir söz ustası... Abasızzadeler’den Sait Faik ön adı… Yakın dostu Orhan Veli'nin şiirde yaptığı gibi: Türk edebiyatında gündelik olanı, insana dair küçük hüzün ve sevinçleri, daha önce hiç görülmedik bir şekilde hikâyeleştirdi ömrü boyunca… O’na sadece öykücü demek haksızlık olur bence. Öykünün yanında roman, şiir, röportaj, deneme ve tiyatro yazarıdır da aynı zamanda… Mersin'in özgün sesi Güney gazetesindeki Sait Faik'i anlatmaya çabaladığım "Yazmasam Deli Olacaktım" adlı köşeyazımla selamlıyorum sizi. Hasret, muhabbet ve saygılarımla...
Ekleme Tarihi: 13 Mayıs 2023 - Cumartesi

Yazmazsam deli olacaktım...

"Bekleyen Adamın Üç Hali" adlı öyküsünde şöyle yazar Sait Faik:

"Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Onu beklemek, bilhassa güzel...

Duyduklarımı söyleyebildikten sonra bu saatin ne ehemmiyeti olurdu? İyi ifade-i bir hesap kitap vardır. Belki bu saat geçtikten sonra, neden sonra bu, onu bir pencere kenarında, sokaktan geçenlerden bazısını ona benzeterek geçirdiğim saati tahlil edebileceğim. Hiçbir zaman tahlil edemeyeceğimi bilirsin ya, numaracı! Bunlara ancak “keder” diyebilirsin...

Olmayacak bir şey olsa ve birden aralığın başında hakikat oluverse, duyacağımı “sevinç” diye adlandıracağım...

Keder ve sevinç; ah kelimeler! Ne müthiş şeysiniz, ne müthiş! Şu anda her kelimenin manasının o basit gerisinde neler saklı olduğunu anlıyorum. İnsanoğluna her kelime nelere mâl olmamış…

Şimdi anlıyorum. Belki bu kadar kuvvetli ilk defa seviyorum. Bütün kusurlarım -çoğunu meziyet sanırdım- birer birer keder ve sevinç misali ayan oluyorlar...

Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir bankasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakârlıklar yaratabilirdim...

Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim. Bir benden başkasını özler, kokusunu duyar, düşünür üzülürmüşüm...

Balzac’ın hakkı yok: O diyor ki, “Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir.” Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuurüstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum...

Zaman geçiyor. Bir cigara daha yakıyorum. Caddenin bir karış yerinden köpekIi bir genç kız; siyahlar giyinmiş, sapı gümüş bastonlu bir Hıristiyan kadını geçti. “Mobilya Yapımevi”nin gürbüz çırağı gülüyor. Manavın önünde bir asker, üzüm alıyor. Bir araba geçti. Bir adam elinde bir şeyler götürüyor. Ana caddeye bir tramvay geliyor: Acaba aşağıdan mı? Şimdi yan sokağa insanlar çıkacak. Ya aralarındaysa, ben ne yaparım?

Geçen hafta böyle olmamıştı. “Son defa geleceğim” demiş ve hakikaten gelmişti. Ne olmuştu? Yarım saat karşı karşıya oturmuştuk. Ne kadar heyecansız, soğuk ve sakın gibiydim. O benden daha nazik, daha heyecanlı, daha bir tuhaftı. “Bir daha gelmeyeceğim” dedi. Ama dün tekrar ısrar ettim. “Peki yarın gelirim, bekle!” dedi. Gelmeyeceğini pek iyi biliyorum. Fakat o gelecek diye beklemek… Yahut yalnızca beklemek…

Dilerim Allah'tan: Onu da benim gibi belalara müptela kılsın! Bir insanı özlesin! İşini gücünü, havayı suyu, yemeği bir tarafa bıraksın! Böyle bir pencere önünde beklesin!..

Saçım, tek tük sakalım ağardı. Fakat her zaman böyle pencere önlerinde bir hayal bekledim. Ne kadar fazla hakikat oldularsa şimdi bütün hepsi o nispette hayâldir...

“Mobilya Yapımevi”nin çırağı, elinde bir küçük şişe ile şimdi dükkâna girdi. Manavın önünde lacivert elbiseli biri, kavunları yokluyor. Küçük mektepli kızlar geçiyor...

Bu dekor; dakikadan dakikaya, saatten saate, hatta bomboş olduğu zaman bile aynı olmadan değişecek. Ben bu değişen manzarayı seyrederek seni akşamlara kadar bekleyeceğim. Akşamüstü içki içmeye gideceğim. Sonra seni yine bulacağım. Bu akşam, niyetim, sana yalnız uzaktan bakmak. Önünden bir selam verip geçmek. Yanıma gelmeyeceğine eminim, olsun. Seni gören bir yerde oturup vapur iskeleye yanaşıncaya kadar seni gözleyeceğim. Beni görürsen kızacaksın. Lafını şaşıracaksın. Belki de yer değiştireceksin. Görmezsen, uzun zaman seni seyretmek fırsatını bulacağım...

Manav, hani o perde sopası içlerinden çıkan zemberekli şeye üç kavun bağladı. Kavunlar zıp zıp sıçrıyorlar..."

*****

Gün, Sait Faik dostlar...

11 Mayıs 1954’te, henüz 47 yaşında, çok sevdiği İstanbul’da bir usta öykücü ayrıldı ya aramızdan…

Hani şu edebiyatın heves ve arzudan çok bir iç ihtilâlin fışkırması olduğunu unutmadan yaşayan;

Öykülerinde her türlü hesaptan uzak, sadece insan olmanın tasasını ve sevincini işleyen, kelimeleri hayata, hayatını kelimelere dönüştüren;

Başkalarını değil, hep kalbini dinleyen, insanları ön yargılarla değil yüreğiyle gören, nevi şahsına münhasır bir söz ustası...

Abasızzadeler’den Sait Faik ön adı…

Yakın dostu Orhan Veli'nin şiirde yaptığı gibi: Türk edebiyatında gündelik olanı, insana dair küçük hüzün ve sevinçleri, daha önce hiç görülmedik bir şekilde hikâyeleştirdi ömrü boyunca…

O’na sadece öykücü demek haksızlık olur bence. Öykünün yanında roman, şiir, röportaj, deneme ve tiyatro yazarıdır da aynı zamanda…

Mersin'in özgün sesi Güney gazetesindeki Sait Faik'i anlatmaya çabaladığım "Yazmasam Deli Olacaktım" adlı köşeyazımla selamlıyorum sizi. Hasret, muhabbet ve saygılarımla...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve mersindesonhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.