1999 Gölcük merkezli depremin ardından saygın bilim insanları İstanbul’ u vuracak bir büyük depreme dikkat çekmiş ve Marmara denizi altından geçen fay hattının kırılmasıyla ortaya çıkacak akıl almaz yıkıma karşı alınması gereken acil önlemlerin mutlaka ve bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini yineleyip durmuştu…
Ülke ekonomisinin can damarı ve yaratılan milli hâsılanın yarısını üreten İstanbul’ da meydana gelecek 7 ve üstü büyüklükte bir depremin sadece İstanbul’ u değil tüm ülkeyi felç edeceği, telafisi imkânsız bir çöküşe sürükleyeceği gerçeği karşısında yapılacaklar aslında belliydi:
Tüm yatırımları İstanbul’ a yoğunlaştırıp riskleri de sırtına yükleme yanlışından vazgeçilmeli, örneğin sanayi, lojistik hatta finans başka kentlere kaydırılarak ülkenin tüm yükünü sırtlayan dünya cenneti kentin en azından nefes alması sağlanmalıydı…
2008 yılında düzenlenen Kent Sempozyumunda sunduğum “Mersin’i bekleyen tehdit ve fırsatlar” başlıklı metinde konuya değinirken şu ifadelere yer vermiştim:
“1970’ lerden başlayarak ülkenin sanayi, ticaret başta olmak üzere tüm gücünü Marmara bölgesine özellikle de İstanbul-Bursa-Kocaeli üçgenine yoğunlaştıran Türkiye, her bakımdan doyuma ulaşan bu bölgenin alternatifini bulmak zorunda.
Olası bir İstanbul merkezli depremde tüm yumurtaları aynı sepete doldurmanın ağır faturasıyla karşılaşma gerçeği karşısında gecikmiş ‘B Planı’ ve plan çerçevesinde Çukurova vahasının yeniden keşfi kaçınılmazdı, yaşanan biraz da budur”
O gün bu tespitleri yapmama sebep, planlanan ve ülkenin Ortadoğu’ dan Kafkasya’ ya uzanan coğrafyadaki yolcu ve yük trafiğini üstlenecek HUB özelliğini taşıyan havalimanının bölgeye yapılmasıyla ilgili ortaya koyulan güçlü irade ve atılan hızlı adımlardı…
Ne yazık ki, süreç öyle işlemedi…
Çukurova Bölgesel Havalimanı daha ilk etapta deneyimsiz üstlenicilere ihale edilerek, geciktirilmesi için ne gerekiyorsa yapıldı. Çukurova için düşünülen misyon için yine İstanbul tercih edilerek 3. Havalimanının yapımına geçildi…
1999 depreminden sonra meydana gelen her deprem yıkıma yol açtığı kentler yanında İstanbul’ u çağrıştırsa da, bir süre sonra hayat olağan akışına döndü ve tüm kaynakları, alt yapısı, içecek suyu bile 5 milyon insanı taşıyamaz İstanbul’ a yoğun göçün daha da hızlanması için ne gerekiyorsa yapıldı…
23 Ekim 2011’ de meydana gelen Van depremi kısa süreli kaygıya ve sabun köpüğünü andıran olası İstanbul depremi üzerinden tartışmalara yol açsa da, tıpkı 1999’ da olduğu gibi kısa süre sonra mevzu ‘tavsadı’…
İstanbul’ u zapt etmeye kararlı akın tüm şiddetiyle sürdü…
Van depremi ardından 29 Ekim 2011’ de bir makale kaleme aldım…
Kendi yazdıklarımı bile sanki bugünleri anlatıyormuş gibi hayret, şaşkınlıkla okuyorum..
Hiç bir felaketten ders çıkarmayan, en yıkıcı depremlerin ardından yeni bir depreme kadar güzellik uykusuna yatanların ülkesinde uyarıların anlamsızlığı ve her seferinde duvara toslamanın hayal kırıklığı...
Bundan kötüsü ne olabilir diye soruyoruz ya!
Beteri de durdurmuyor, dibe doğru düşüşü...
29 Ekim 2011 günü kaleme aldığım makalede 'sözün bittiği yer'i tarif etmişim aslında:
"Van-Erciş ekseninde meydana gelen deprem 1999’ da yaşadığımız Gölcük’ ten sonraki en büyük felaket…
Türkiye İstanbul’ da en geç 15 yıl içinde meydana gelecek ekonomik anlamda da ülkeyi yıkacak olası felaketi beklerken Van’ dan gelen haberler herkesi, her kesimi derinden etkiledi.
Ülkemiz çok ciddi bir deprem bölgesi ama dünyadaki bunca gelişmeye rağmen yıkımlardan yeterince dersler alamıyoruz.
Her depremden sonra aynı görüntüler, betonarmenin ulaştığı boyutlara rağmen, karton gibi birbiri üzerine inen katlar, yerle bir olan apartmanlar…
Dünyadaki benzerleri gibi hayli güzel görünümlü alışveriş merkezleri Van’ da da yapılmış ama yapımcısından denetçisine belli ki ciddi sorunlar yaşıyoruz ve bağışlanamaz zaaflarımız var.
Kötü günde dayanışma, yardımlaşma konusunda da göz yaşartacak tavırlar sergileyenlerimiz yanında vurgun peşinde koşan insanlıktan nasibini almayanları gördükçe ister istemez insan “aynı filmi izlemek zorunda mıyım” diye de sormadan edemiyor.
Özellikle iletişim konusunda geldiğimiz nokta, yardıma koşma, enkaz altına ulaşma gibisinden geçmişten farklı kazanımlarımız olarak öne çıkıyor…
Ama evsiz kaldıkları için, sığınacak mekan adına hamiyet sever insanlara başvurmak 72 yıldır pek değişmemiş..”
Her felaket, bölgede meydana gelen her savaş hatta gerilimin, 150 yıllık genç Mersin’ e göç olarak yansıması kuralı da öyle…
2011 Van depremi sonrası kaleme aldığım makalede, sürekli izlemek zorunda bırakıldığımız trajik gelişmeler yanında, ülkenin son yüzyıldaki en büyük ve yıkıcı bir başka felaketine 1939 depremine ve o deprem sonrasında Mersin’ de yaşananları, yardımlaşma amaçlı girişimleri de ele almıştım…
6 şubat 2023’ te başlayan ve halen sürmekte olan depremler fırtınalarının tüm yaşamımıza damgasını vurduğu bugün 1939 Erzincan Depremini ve Mersin’ e yansımalarını yeni baştan yayınlamanın en azından yapılacak karşılaştırmalar bakımından da olsa yararlı olacağını düşünüyorum…